Hakan Fidan: Bağdat PKK’nin merkezi yönetim tarafından halledilmesi gerektiğine ikna oldu

img

Hakan Fidan: Bağdat PKK’nin merkezi yönetim tarafından halledilmesi gerektiğine ikna oldu

 

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Al Arabiya'ya verdiği röportajda, Bağdat yönetiminin PKK konusunda ikna olduğunu belirterek, “Bağdat yönetimi, yakın zamana kadar, PKK’yı sadece Kürt bölgesindeki bir sorun gibi görüyor, o nedenle de merkezi yönetim olarak bu konuda herhangi bir inisiyatif geliştirmiyordu. Ama biz Sincar’da, Süleymaniye’de, Mahmur’da ve bazı tartışmalı bölgelerde PKK faaliyetlerinin varlığını kanıtlayınca, Bağdat yönetimi artık bu sorunun merkezi yönetim tarafından halledilmesi gerektiğine ikna oldu” dedi.

Bakan Fidan, Dubai merkezli Al Arabiya televizyonuna verdiği özel röportajda mevcut bölgesel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Fidan'ın değerlendirmelerinden öne çıkanlar şöyle:

"Müzakere görüşmelerini destekliyoruz"

(Filistin müzakereleri) "Mısır ve Katar tarafından yürütülen müzakere görüşmelerini destekliyoruz. Türkiye, 2008-2009’daki ilk Gazze savaşından itibaren bütün arabuluculuk ve ateşkes çalışmalarının içerisinde yer aldı. Cumhurbaşkanımız o dönem başbakandı. O dönem bu konuda beni görevlendirmişti. 2008’deki savaşta konunun içindeydik, daha sonraki Gazze savaşlarında da konu içindeydik.

Türkiye’nin bu konuda devam eden bir duruşu var. Şimdi bu meselede şu an için Katar ve Mısır’ın yürüttüğü müzakerelerin bir sonuç vermemiş olması ve şu an itibarıyla bir sonuç vermiyor gibi gözükmesi, bu iki ülkenin müzakere pozisyonlarının başarısız olduğu manasına gelmiyor. Bu meselenin zor olduğunu kabul etmek lazım. İsrail’in burada çok anlaşmaya, uyuşmaya yanaşmayan bir tavır içerisinde olduğunu kabul etmek lazım. Şu an kardeşlerimiz, iki tarafın isteklerini belirli bir noktaya getirmeye çalışıyor. Biz burada bu kardeşlerimize ve Hamas’a elimizden gelen desteği veriyoruz. Onlara müzakereler için Türkiye’nin olumlu ve yapıcı katkısını sunmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.

Bu Gazze savaşında ise başta Türkiye olarak biz ilk günden itibaren hep şunu söyledik: Eğer bu trajediden bir ders çıkarmazsak, kalıcı bir çözüme yani iki devletli bir çözüme gitmeksek bu, bu son Gazze savaşı olmayacak. Tam tersine, gelecekte daha başka savaşlar, daha büyük yıkımlar ve gözyaşları bizi bekliyor olacak. Dolayısıyla bizim daha fazla çalışıp iki devletli çözüme ulaşmamız gerekiyor.

(Hamas) İsrail esas itibarıyla kendi amacını, kendi niyetlerini gizlemek için Hamas’ı sürekli bir öcü olarak kullanıyor. Uluslararası topluma Hamas’ı radikal, anlaşmaya yanaşmayan irrasyonel bir örgüt olarak sunuyor. İsrail böyle yaparak kendi asıl hedefini ve amacını kamuoyundan gizlemeye çalışıyor.

Bir defa İsrail’in şunu yapması lazım. Demeli ki, 'Ben, 1967 sınırlarını, uluslararası toplumun kabul ettiği sınırları kabul ediyorum. Benim başkasının toprağında gözüm yok. Bu sınırlar benim toprağım ve ben devlet olarak bu sınırlar içerisinde kalmayı kabul ediyorum. Başkasının toprağı ile ilgilenmiyorum, Filistin toprağına bakmıyorum' demesi lazım.

(Rehine takası) İsrail’in şu anda özellikle ilgilendiği tek konu rehinelerin geri alınması meselesi. Bu insani bir durumdur. Bu konuda biz de çok hassasız. Cumhurbaşkanımız rehinelerle ilgili olarak kendisine ulaşan talepler konusunda son derece hassas. Bu konuda hem istihbarat servisimize hem bizlere, gerekli çalışmaları yapma talimatı verdi. İsrail ile bu konuda temaslarımız var. İsraillilerden gelen, hatta başka ülkelerden gelen talepleri Hamas’a aktarıyoruz. Yani özellikle rehinelerin bırakılması konusunda temaslarımız devam ediyor. Fakat Hamas’ın rehinelerin bırakılmasıyla eş zamanlı olarak insani yardımların başlaması, Filistinlilerin tekrar kuzeye dönmelerine imkan tanınması gibi talepleri var. Biliyorsunuz esas itibarıyla uluslararası toplum da bunları istiyor.

“İran açık bir provokasyona maruz kaldı”

(Çatışmaların bölgeye yayılması) İsrail ile İran arasında başlayan gerginlik bizim uyardığımız bir konuydu. Bu gerginlik daha büyük bir savaşın habercisi de olabilir. Şu an için durum sakinleşmiş görünse de bu potansiyel her zaman var. Gerginlik 1 Nisan’da İsrail’in Şam Büyükelçiliği’ne yaptığı saldırıyla başladı. Ki biz bu saldırıyı kınadık. Bu uluslararası hukukun ve geleneklerin ayaklar altına alındığı bir olaydı. İran açık bir provokasyona maruz kaldı. Bunun neticesinde yapılan misilleme harekatıyla, bölge büyük bir facianın eşiğinden döndü. Bu esnada taraflarla görüşme içerisinde olduk. Gerek Amerikalılarla gerekse İranlılarla görüştük. Bununla, her iki tarafın da yapmak istediklerinin yanlış anlaşılmasını, asıl niyetlerinin dışında bir senaryonun hayata geçmesini engellemeyi amaçladık.

(Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri) Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler, son derece iyi bir rotada ilerliyor. Sayın Cumhurbaşkanımız ile gerek Sayın Kral hem Sayın Veliaht Prens birçok kez bir araya geldiler. Bunların neticesinde alınan son derece stratejik kararlar var. En son biliyorsunuz, Gazze krizi başladıktan sonra, İslam İşbirliği Teşkilatı - Arap Ligi Ortak Zirvesi Cidde’de yapıldı ve burada alınan kararlar var. Orada Cumhurbaşkanımız ve Veliaht Prens bir araya geldiler.

“Mısır ile çok büyük bir işbirliği var”

(Mısır Cumhurbaşkanı'nın Türkiye ziyareti) Ziyaretin tarih üzerinde çalışıyoruz. Tüm bunlar, ilişkilerimizin geldiği seviyeyi gösteriyor. Tabii liderler düzeyinde varılan bu mutabakat, esas itibariyle biz bakanlara da bazı yükümlülükler doğuruyor. Bizler, özellikle siyasi konularda, askeri konularda, ekonomik konularda şu anda çok yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Mısır’la şu an gündemimizde olan belli başlı konular var. Bunlar üzerinde beraberce çalışıyoruz. Zaten Filistin meselesi, fevkalade önemli bir konu. Özellikle Refah üzerinden Gazze’ye yardım konusunda şu anda çok yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Biliyorsunuz Gazze’ye gönderdiğimiz yardım miktarı, 50 bin tona ulaştı. Gazze’ye yardım gönderen ülkeler sıralamasında, bazen birinci oluyoruz, bazen ikinci. Şu anda tüm yardımlar Refah üzerinden gidiyor, El Ariş Limanı’na götürülüyor. Bu konuda Mısır ile çok büyük bir işbirliği var. Onlara ayrıca teşekkür etmek gerekiyor. Bugüne kadar oraya dokuz tane gemi yardım gönderdik. Çok sayıda uçakla da yardım sevkiyatı yaptık.

(Libya) Türkiye olarak Libya’da 2019’dan itibaren bizim birinci önceliğimiz, doğu ile batı arasında artık hiçbir silahlı çatışmanın olmamasıdır. Eğer silahlı çatışma olmazsa, biz ortadaki bu barış döneminin, özellikle siyasal çözüm için büyük bir fırsat sunacağına inanıyoruz. Şu anda da aslında olan o. Sizin dediğiniz gibi, bizim doğu ile olan temaslarımızın artması, doğunun batıyla temaslarının artması, bizim Mısır ile konuşmamız, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile bir araya gelmemiz, özellikle Libya konusunda görüş alışverişinde bulunmamız fevkalade önemli. Burada Mısır, BAE, Katar, Türkiye bir masa etrafına oturup, doğudaki ve batıdaki aktörlerle hep beraber meseleye bakarsak, aslında çözüme ne kadar yakın olduğumuzu da görürüz diye düşünüyorum.

(Libya ile deniz yetki alanları anlaşması) Mısır ile bizim kendi anlaşmalarımız var. Libya ile olan anlaşmamız ayrı bir anlaşma. Ama biz tabii ki Mısır ile Akdeniz’deki durumları tekrar oturup görüşmek, konuşmak, bir noktaya ulaştırmak isteriz. Burada başka aktörler de var Akdeniz’de, şu anda söylemek istemiyorum.

"PKK varlığına müsamaha gösteremeyiz"

(Suriye) Suriye meselesinde biz durduğumuz yerde duruyoruz, bizim pozisyonumuz çok net. İslam coğrafyasının bölünmüş, kavgalı, çatışmalı yerlerinde olduğu gibi Suriye konusunda da tıpkı Libya gibi, ülke içindeki siyasal düzenin tesis edilmesini diliyoruz. Temel hizmetlerin bu ülkedeki halkın tüm kesimlerine ulaşmasını arzu ediyoruz. Biz bu konuda elimizden gelen her türlü katkıyı sunmaya hazırız.

Türkiye’nin hassas olduğu birkaç konu var. Bunlardan birincisi, halen ülkemizde misafir etmekte olduğumuz 3,5 milyon Suriyeli kardeşlerimiz. Bunlar kendi ülkelerindeki iç savaştan kaçıp, Türkiye’ye gelmiş olan kardeşlerimiz. Kendileri 10 yıldan fazladır, bizim misafirlerimiz; bizim ülkemizde bizimle beraber yaşıyorlar. Bunların kendi ülkelerinde hayatlarını kurabilmeleri için Suriye rejiminin adım atması gerekiyor.

İkincisi, Suriye’de muhaliflerin kontrolü altında yaşayan 5 milyon Suriyeli kardeşimiz daha var. O bölgede bir çatışma yaşanması halinde, bu kardeşlerimizin bir kısmı Türkiye’ye gelmek zorunda kalabilir. Biz bunu önlemek için orada birtakım tedbirler almış durumdayız. O bölgedeki 5 milyon insanın beslenmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yanı sıra güvenliklerinin sağlanması; dolayısıyla bu insanların vatanlarını terk etmeden orada yaşayabilmeleri için Türkiye’nin aldığı tedbirler var.

Bizim için önem arz eden bir diğer konu ise, 911 kilometrelik Suriye sınırımızın hemen öbür tarafında, terör örgütü PKK’nın varlığını devam ettirmekte olmasıdır. Buna müsamaha gösteremeyiz. Bu konuda bizim hiçbir tavizimiz olamaz. Terörle mücadelemize devam edeceğiz. Bunu Suriye rejimi ile koordinasyon içerisinde yapabilirsek, ne ala. Aksi taktirde biz kendimiz, bu mücadeleye devam ederiz.

(Irak temasları) Özellikle Bağdat yönetimi, yakın zamana kadar, PKK’yı sadece Kürt bölgesindeki bir sorun gibi görüyor, o nedenle de merkezi yönetim olarak bu konuda herhangi bir inisiyatif geliştirmiyordu. Ama biz Sincar’da, Süleymaniye’de, Mahmur’da ve bazı tartışmalı bölgelerde PKK faaliyetlerinin varlığını kanıtlayınca, Bağdat yönetimi artık bu sorunun merkezi yönetim tarafından halledilmesi gerektiğine ikna oldu.

Cumhurbaşkanımızın Bağdat ziyaretinde, Irak’la Kalkınma Yolu Projesi imzalandı. Bu çok önemli bir proje. Bu proje hayata geçirildiğinde, Körfez’den gelen mallar, Irak ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak. Hakeza Avrupa’dan gelecek mallar da aynı yol üzerinden Körfez’e ulaştırılacak. Muazzam bir proje. Bu hat üzerinde, sadece demiryolu ve karayolu olmayacak, burada petrol ve doğal gaz boru hatları da olacak. Bu, projeyi tabii ki daha stratejik bir hale getiriyor. Böylesine stratejik bir projenin güzergahı üzerinde, kontrolsüz silahlı terör örgütlerinin varlığı söz konusu olamaz. Zira güvenli bir ortam yoksa, o bölgeye uluslararası finans getiremezsiniz.

"Kara harekatlarımız devam ediyor"

(Kara harekatı) Şu anda Irak hükümetiyle, PKK ile mücadelede ne türden somut adımlar atabiliriz, yani koordinasyon mekanizması nasıl olur, ona bakıyoruz. Bir koordinasyon mekanizmasına ihtiyacımız var. Fakat koordinasyon mekanizmasından önce Türkiye olarak Irak tarafının da bu örgütü, tehdit olarak algıladığını ve bununla mücadele etme konusunda bir irade ortaya koyduğunu ve harekete geçtiğini görmemiz gerekiyor. Bunu gördükten sonra, koordinasyon süreci zaten kendiliğinden gelir. Koordinasyondan maksat, Türkiye'nin yapacağı operasyonlara engel çıkarmak ise, o zaman bunun adı koordinasyon değil başka bir şey olur.

Bizim, sınırımızın hemen ötesinde konuşlanmış durumdaki PKK’nın o bölgelerdeki mevzilerine yönelik kara harekatlarımız devam ediyor. Bunlar sürekli, kesintisiz ve planlı bir şekilde zaten devam etmekte olan harekatlar."